Olmadan dalinda curuyenler burda toplaniyor

20 Haziran 2009

Doorgirls


Ilginc bir calisma, sizle paylasmak istedim. Yalniz isyerine fln gelmez aman diyim.
0 comments

19 Haziran 2009

Papa naber?

0 comments

Alla alla



En arkadaki kizin tohuma kacmasi, erkek cocugun samimiyetsiz tavirlari, gomleginin sonuna kadar ilikli olmasi, onun arkasinda kopru gorevi goren kizin sismanligi, televole tadindaki yazilar, 3 kere patpat, 3 kere pitpit, rahmetforum ve ordek gotu. Ordek gotu?
2 comments

18 Haziran 2009

İnsanlıktan nasibini almamak....


Her takımda var bu tip taraftarlar ama bu kadar çıldıranını ilk defa duyuyorum.. Dünkü Fenerbahçe Ülker - Efes Pilsen maçında maçtan sonra çıkan olaylara diyecek birşey bulamıyorum. İzleyemedim ve göremedim olayları ama okuduklarım bile yetti durumun vahimiyetini anlamaya.

Aslında herşey bir önceki maçtaki o olaylardan sonra başlamıştı, F.Ülker'li yöneticiler ortalığı sakinleştireceklerine hiç olmaması gerektiği gibi tüm taraftarları galeyana hazır hale getirdiler. Basketbol federasyonu da sadece Rasim Şafak'a ceza kesmeyi uygun görünce yaptıklarının yanında kâr olduğunu gördü bazı insanlar.

Dün geceye gelene kadar hiç sevmediğim herşeyi bildiğini sanan insan Hıncal Uluç'un salı ve çarşamba yazdığı yazılara bakarsak aslında bu olacakları tahmin etmenin hiçte zor olmadığını görüyoruz.

Salı yazdığı yazı:

Türkiye'de Basketbol Federasyonu var mı?.

Türkiye'de Basketbol Federasyonu var mı, şu iki gün içinde göreceğiz. Pazar gecesi bu ülkede, sadece basketbol değil, spor adına çok ağır utanç sahneleri yaşandı.
Yarın gece, bu çirkin sahnelere yol açan Türkiye Basketbol Ligi Playoff serisinin çok önemli bir maçı daha var. Merakımız.. Federasyon Pazar akşamı olanları görmezden gelip, bu akşamki maçı hiçbir şey olmamış havasında oynatıp, daha ağır, daha korkunç olaylara kapıları ardına kadar açacak mı?. Yoksa, pazarın sorumluları hakkında en ağır cezaların tedbirlerini hemen alıp, bu tür çirkinlikleri yaratanlara karşı acımasız olduğunu gösterip, yarın gece temiz bir maç oynanmasını mı sağlayacak?.. *** Cumartesi sabahı, bizim ünlü futbol ekibinin katıldığı bir kahvaltıda "Fenerbahçe basketbol seyircisine nasıl hayran olduğumu" anlattım uzun uzun.. Efes sahasında oynanan 2 maçı kazanıp 2-0 öne geçen ve şampiyonluğu nerdeyse ele geçirmiş görünen Fenerbahçe, kendi saha ve seyircisi önünde iki maçı kaybetmiş ve durum 2- 2'ye gelmişti. Ve Fener seyircisi, kaybedilen bu iki maçta, her maçta olabilecek bir iki fanatik davranış dışında, harika bir görüntü sahnelemişti.. "İşte sportmen seyirci bu" dedim.. "Ben, Galatasaraylı Hıncal, gider bu Fener seyircisinin arasında otururum.." İşte o seyirciyi, Pazar gecesi bu defa Efes'in salonunda çıldırttılar.. Çıldırtanlar, hakemler, Efes Oyuncuları, ya da Efes taraftarları değil, kendi sporcuları ve yöneticileri oldu..
Fener kenar yönetimi ve tribünde oturan Başkan Aziz Yıldırım ve yönetici Murat Özaydınlı, seyirciyi tahrik için ellerinden geleni yaptılar ve sonunda oyunun durmasına sebeb oldular..
Aziz Yıldırım iş işten geçtikten ve tehlikenin büyüklüğünü fark ettikten sonra TV kameraları önünde şov yapmaya kalktı. Güya yatıştırır hareketler yaptı. Fitili ateşledikten, bomba patladıktan sonra işe yaramadı tabii.. *** Tribünde Aziz Yıldırım'ın bir yanında Ali Koç, öbür yanında Murat Özaydınlı oturuyordu. Ali Koç, adına yakışır, vakur bir hava içinde maçı izliyordu. Gerçek Fenerbahçe Başkanı oydu sanki.. Aziz Yıldırım, Fenerbahçe aleyhine çalınan her düdüğe tam bir mahalle kahvesi seyircisi havasında, küçümseyen, aşağılayan jest ve mimiklerle tepki gösteriyordu. Yıldırım'ın tavrı bu olunca, Özaydınlı'yı artık tutmak mümkün mü?. Bir amigo gibi ayağa fırlayıp, el kol sallayarak ve bağırarak hakemlere saldırmaya başladı. Bu sırada saha kenarında başta Tanyeviç ve Rasim, yedekler, saha içinde de başta Mirsad ve Semih oyuncular her türlü tahriki yapınca, o iki gece alkışladığım Fener seyircisi çıldırdı. Ellerindeki her şeyi sahaya attılar ve hakemler soyunma odasına gittiler. Oyun durdu. Bekleme sırasında, Rasim'in hakemlere "Kol geçirme" işareti yapması, hakem masasına tekme atması dahil, tüm sinkaflı küfürleri ve ağır tahrikleri tekrar tekrar izledik. Fener Yöneticisi Remzi Dilli'nin Aziz Yıldırım'la tribünde konuştan sonra hakem odasını basmasını seyrettik. Hem de milli takım hocası Tanyeviç'in maç sonunda hakemleri soyunma odasına kadar nasıl küfürler ve tehditlerle kovaladığını gördük. Tüm bu rezaletlerin kayıtları, görüntüleri, belgeleri elde mevcut.. Yani, örtbast etmek, göz yummak, görmezden gelmek mümkün değil.. Onun için bakacağız, bu ülkede Federasyon var mı, yok mu?. Bu arada İstanbul Valisine de uyarımız var. Bu federasyon önlem almazsa, yarın geceki maçta çok büyük olaylar çıkabilir. Bu yüzden Abdi İpekçi Salonu'nda çok yoğun polisiye önlemler almanız gerekebilir. Bunca tahrikle çıldırtılmış Fener seyircisi, şampiyonluğun kaybedilirse, maçın sonunda güç tutulur ve Türkiye adına çok utanç yaratacak ve tarihe geçecek sahnelere yol açabilir.. Olan olduktan sonra sorumlu aramak kimseyi kurtarmaz..
Çarşamba yazdığı yazı:

Federasyon yok!..

"Türkiye'de basketbol federasyonu var mı" demiştim dün. Yanıtı bugün.. "Yokmuş!.." Pazar akşamı bu ülkede basketbol adına olmadık rezillikler yaşandı. Basketbol federasyonu ortada yok. Erkeklik kuralını oynuyor.. Onda dokuzu kaçmak, onda biri hiç görünmemek.. Bu gece, İstanbul Valiliği çok geniş önlemler almazsa, kan dökülebilir. Bunun sorumlusu da aciz federasyon olacaktır. Orlando- Los Angeles serisi 2-1 devam ederken, televizyonlar, LA koçu Phil Jackson'la sohbet ettiler. Konuşma sırasında Amerikan basketbolunun gelmiş geçmiş en büyük iki koçundan biri Jackson "Hakemlerin yönetiminden memnun olduğumu söyleyemem" dedi.. Sadece bu lafa ceza daha o gece kesildi. 25 bin dolar!..
Basketbol Federasyonu, maçı durduran seyirci, o seyirciyi tahrik eden yöneticiler, hakemlere saldıran, masalarına tekme atan, ana avrat söven, kolları ile geçirme işareti yapan oyunculara, hakem odasını basan menecere, hakemleri soyunma odasına kadar söverek ve tehdit ederek kovalayan teknik direktöre uyarı dahi vermedi şu ana dek.. Fener'in iki lafını bilmez amigosu, sözde yöneticisinin bu geceki seyirciyi sahaya dökmek için yollara mayın döşer gibi ettiği laflara karşı, hakemlerini savunma gereği dahi duymadı. Sanırsınız Basketbol Federasyonu tatilde.. Bu arada.. Dün Sabah'la gurur duyduğumu söylemiştim. Öbür gazeteleri okuyunca, gururum katlandı. Hürriyet'te Doğan Hakyemez ve Milliyet'te Ümit Avcı'yı okurken utandım.. Hakemin verdiği karar doğruymuş, ama verilir miymiş.. Hiç sıkılmadan bunu yazdılar.. Koskoca Fener takımında ve yönetiminde kuralı bilen tek kişinin nasıl olmadığını soracaklarına, "Madem Fenerliler bilmiyor, sen de çalma" demeye getirdiler. Ayıba bakar mısınız?. O anda o faulü çalabilecek yüreğe sahip hakemi alkışlayacaklarına.. Vatan'da güya basketbol uzmanı Kaan Kural'ın da hakeme ve düdüğe saldırmasını anlamak, kabullenmek mümkün değil.. "Son saniyede penaltı çalınır mı" der gibi bir yorum.. Akşam, olayların temelindeki kasdi faul kararını görmezden gelmiş, ama hiç değilse hakemlere yüklenmemiş.. HaberTurk'un tam sayfasında da, değişen kural ve hakemlerin kararının nasıl doğru olduğu üzerinde tek kelime yok.. Medya ya kuralı bilmiyor, ya da Fener'i kızdırmamak için görmezden geliyor, alenen amigoluk yapıyor..
Bu mudur?.. Tarafsız gazetecilik bu mudur?..
Hıncal'ın salı gününden olacağını söylediği olayları yatıştırmak ortalığı sakinleştirmek için neden hiç bir F.Ülkerli yönetici bir açıklama yapmadı, herşeyi geçtim valilik neden bir güvenlik önlemi almadı anlamıyorum, anlayamıyorum... Ya sahaya girip basketbolcuyu dövmek nedir kardeşim biri bana açıklasın, yerde yatan basketbolcuyu tekmelenin nasıl bir açıklaması var? Kendine göre aldığın yenilgilerin nedeni federasyon, hakemler olabilir (zaten Türkiye'deki tüm büyük takımlar yenilince suçu otomatik olarak federasyona ve hakemlere atıyor, sütten çıkmış ak kaşığız hepimiz, hakemler olmasa mağlubiyetleri hiç görmeyeceğiz çünkü amına koyim) ama nasıl sahada bence sonuna kadar hakederek (2-0 dan 4-2'ye getirmek seriyi boru değil!) şampiyonluk kazanan bir takıma saldırırsın ya? Bırak adamlar kutlasın doya doya, ister alkışlarsın ister siktirir gidersin tribünden...

Zaten zamanında Denizli'deki maçta da hakları yendiğini (!) savunan bir yönetici topluluğunun başını çektiği taraftar grubundan aksini beklemek imkansız olur... Ama bu tip adamlar tüm takımlarda var önemli olan engellemek.. Tabii başarabiliyorsanız...

Geçen sene bayanlar basketbol final serisinin son maçında Galatasaray'ın güzeller güzeli oyuncusu Esra Şencebe için yapılan tezahuratları hatırladım da şimdi biz adam olmayız kardeşim... Aynısının değişik versiyonunu Galatasaray taraftarının Fenerbahçeli bir bayan basketbolcu için yaptığını belirteyim ve tekrar söylüyorum Türkiye'deki futbol taraftarlarından bir cacık olmaz... Bari basketbola el atmasaydınız...
3 comments

17 Haziran 2009

Kaz bulundu yolun bakalım...


Fenerbahçe Semih, Guiza ikilisinin yanına bir de bu sene parlayan Sercan'ı almak istediğini artık tüm herkes biliyordur. Ama işin bonservis tarafına gelince şok oldum. Eğer bu teklif doğruysa ve bu transfer gerçekleşirse artık diyecek birşey bulamıyorum "Buldunuz yolunacak kazı yolun bakalım" dan başka.

www.maraton.com.tr'den alıntıdır.

Fenerbahçe transferde bombaları tek tek patlatırken, yeni bombalar yolda gibi gözüküyor.

Fenerbahçe, Bursaspor'un genç golcüsü Sercan için resmi girişimlerini başlattı.

Bursaspor'un Sercan için Fenerbahçe'den 9 milyon avro para ile Önder, Deniz ve Vederson'dan birini istediği öğrenildi.

Maraton.Com.Tr dün siz okuyucularımıza Fenerbahçe başkanı Aziz Yıldırım ile Bursaspor başkanı İbrahim Yazıcı'nın Kulüpler Birliği toplantısında bir araya geldiklerini ve Sercan için görüştüklerini herkesten önce duyurmuştu.
3 comments

Ozer Hurmaci / 2007 Tamsaha roportaji

Özer Hurmacı: Komple sporcu 01.06.2007

Ankaraspor'daki çıkışıyla kendisini Ümit Milli Takım'da buldu. Özer Hurmacı Almanya doğumlu bir Trabzonlu. Küçükken hokey, basketbol, voleybol, masa tenisi oynamış ama Lemi Çelik dayısı, Sadi Tekelioğlu da eniştesi olunca doğal olarak futbolda karar kılmış. En ilginç anısı, 1996'da Trabzonspor'u şampiyonluktan eden golü atıp gözyaşı dökmesine neden olan Aykut Kocaman'la 10 yıl sonra hoca-öğrenci ilişkisi yaşaması.

Bu sezon Ankaraspor'daki performansınla sivrildin ve Ümit Milli Takım formasını giymeye başladın. Bize Özer Hurmacı'yı anlatır mısın?

Almanya'da Essen Eyaletine bağlı Kassel'de 20 Kasım 1986'da doğdum. Ailem Trabzon'dan gelip Kassel'e yerleşmiş. Ben 9 aylıkken babamı kaybetmişiz, kalp krizinden. İki ağabeyimi ve beni annem büyüttü. Ona çok şey borçluyum. Çok zor bir şey başarmış. Ailem halen Almanya'da yaşamını sürdürüyor.

Futbola ilgin nasıl başladı?

Bu ilgi ailemden kaynaklanıyor. Trabzonsporlu Lemi Çelik dayım. Benim için dayıdan da ötedir insan olarak. Küçüklüğüm Trabzonspor'un maçlarını seyrederek geçti. Kendimi bildim bileli top peşinde koşuyorum. Daha ufacıkken ağabeylerim bana topla hareketler yaptırır, çalım attırırdı. 5-6 yaşındayken annem evimize en yakın kulübe yazdırdı beni. İlk idmanı çok iyi hatırlıyorum. Salondaydı ve diğer çocuklar benden 1-2 yaş büyüktü. İtalyan bir antrenör vardı. İlk molada yanıma gelip, 'Sen büyük takımlarda oynayacaksın' dedi. 3 yıl Hermania Kassel adlı kulüpte oynadım. Sonra Türkgücü Kassel'den beni istediler. Tamamen Türk futbolculardan kurulu Türkgücü Kassel, annemi ikna ederek beni aldı. Kassel'in üst ligde temsilcisi yoktu. Altyapıda yapılabilecek her türlü şeyi yaptık, ulaşılacak tüm başarılara ulaştık. Essen Eyelet karmasına Türkgücü'nden giden tek futbolcu oldum. Eyalet karmasında Almanya'nın büyük kulüplerin altyapılarından gelen futbolcular vardı çoğunlukla ve tek Türk bendim. Kulüp başkanımız o zamanın parasıyla 3 bin marka bir üst ligde oynayan KSV Baunatal takımına verdi. 4 sezon bu takımda top koşturdum. Her yıl şampiyonluk yaşadık, en üst kategorilere çıktık. Altyapı takımı olarak tüm Almanya'ya kendimizi tanıttık. Bu takımda 3 yıl kaptanlık yaptım.

Alman futbolunun içinde yetişmek sana neler kattı?

Oradaki mantalite ve hocamın öğrettikleri, yeteneğimi geliştirmekte çok etkili oldu. KSV Baunatal'daki hocam Wolfgaug Zieuteck'in katkısı çok büyüktü. Daha önce futbol benim için bir oyundu. Gol at, bacak arası yap gibi gösteri kısmıyla ilgileniyordum. Onunla tanıştıktan sonra ilk başlarda çok zorlandım. Zieuteck gençliğinde orta sahada oynayan, teknik bir oyuncuymuş. İlk 6 ay beni oynatmadı. İdmanlarda tüm takım serbest oynuyordu, bana "kontrol-pas" oynatıyordu. "Benimle ne alıp veremediği var?" diyordum içimden. Sonuç olarak ben de çalım atmayı bıraktım ve paslaşmaya başlayınca da onun 10 numarası, takım kaptanı oldum. 4 yıl birlikte çalıştık, bana çok güveniyordu. 84 doğumlularla birlikte oynatırdı beni. Futbolumda katkısı büyüktür.

Almanya ve Türkiye'deki altyapıları karşılaştırdığında nasıl bir sonuca varıyorsun?

12-13 yaşındayken 4-4-2 oynamasını öğrendim. Kaymaları, kademeleri hafızama yerleştirdim. Buraya PAF takıma geldiğimde 3-5-2'den 4-4-2'ye yeni geçiliyordu. O yönden biraz eksiğimiz var diyebilirim. Altyapıda en önemli gördüğüm sorun da eğitim. PAF'ta oynayan arkadaşların çoğu okula gitmiyor. Bu çok büyük bir eksik. Almanya'da "Önce okul, sonra futbol" diyorlar bize. Liseyi bitirdim, İngilizce ve Fransızca öğrendim. Zaten Almancayı biliyordum. Hocam diyordu ki, "Büyük takıma gideceksen okulda da iyi olmalısın." Burada "Ya futbol ya okul" gibi bir düşünce var gençlerin kafasında. Bu konuda çok acil önlem alınmalı. Oyuncu en azından liseyi bitirmeli ve üniversiteyi kazanıp kendisine güvenini sağlamalı. Buradaki PAF maçlarında çocuklar sanki ölüm-kalım mücadelesine çıkmış gibiydi. Topu ayağımda durdurmaya korkuyordum, arkadan gelip biri biçer diye. Keşke bu çocukların hayatta futboldan başka alternatifleri de olsa. "Futbol benim ekmeğim" deyip hırsla saldırıyorlar ve bu onların gelişimini de eğitimini de olumsuz etkiliyor.

Türkiye'ye gelişin nasıl oldu?

KSV Baunatal PAF takımdaydım ve 4. Lig'e çıkacaktım. Ama hedefim çok daha büyüktü. Hep amatörlerden teklifler geldi. Ben de Lemi dayımla ve buradakilerle konuştum. Buraya gelmek istediğimi, kendime güvendiğimi söyledim. Lemi dayım ve eniştem olan Sadi Tekelioğlu yardımcı oldu. Direkt Ankaraspor'a geldim. Samet Hoca vardı o zaman Ankaraspor'da. Küçüklüğümden beri hedefim Trabzonspor'du ama Ankaraspor oldu. İlk idmanda Yusuf ağabey (Yusuf Şimşek) çıktı karşıma. Sonra Brezilyalıları gördüm. Baktım ki burada iyi futbolcular var. İlk antrenmanda başarılı bir grafik çizdim. PAF takımla maçlara çıktım, ardından bir Fenerbahçe maçında oynadım. Ümit Ağabey (Ümit Karan) bizdeydi o zaman. Sonra yaz kampına katıldım ve ardından Intertoto maçlarında oynadım.

Keçiörengücü'ne gidişin nasıl oldu? Neler yaşadın 3. Lig'de?

"Kiralık gideceksin" dediklerinde depresyona girdim. Lig A takımına gideceğimi sandım ama 3. Lig'de Keçiörengücü'ne gönderildim. "Takımı 2. Lig'e çıkaracaksınız" denildi. Almanya'da arkadaşlara söylesem gülerlerdi, "Ne işin var, geri gel" derlerdi. Ama orada çok iyi iş çıkardık ve takımı şampiyon yaptık. Almanya'ya tatile gittiğimde kafamda "Seneye ne olacak?' sorusu vardı. Tekrar Keçiörengücü'ne gönderilmekten korkuyordum.

Tekrar Ankaraspor'a dönüşünü anlatır mısın?

Tatildeyken takımın başına Aykut Kocaman geldi. Hemen 1996'daki maçı hatırladım. Hasta bir Trabzonspor taraftarıydım ve Avni Aker'deki maçı Aykut Kocaman'dan yediğimiz golle 2-1 kaybedip şampiyonluktan olmuştuk. Çok kızmış, çok ağlamıştık. Aykut Hoca'nın takımın başına geldiğini öğrenince, ağabeyime 'Aykut Kocaman 10 yıl önce bizi ağlattı, şimdi güldürecek umarım' demiştim. Kampa çağrıldık ve Aykut Hoca ile ilk kez orada karşılaştım. Yeniden Keçiörengücü'ne gönderilirim korkusuyla kampa çok iyi hazırlanmıştım. İlk hazırlık maçında oyuna sonradan girdim. İkinci maçta ise oyundan alındım. "Eyvah gidiyorum" korkusuyla daha da hırslandım ve çok çalıştım. Aykut Hocam da "Çok yeteneklisin, ama daha hırslı oynamalısın, dediklerimi de yapmalısın" uyarısında bulundu. Sonraki dört hazırlık maçında da 90 dakikka oynadım. Herkes şaşırdı "Neden Özer oynuyor" diye. Ama herkese güven verdim, hocama da.

İlk maçın nasıldı?

İlk Galatasaray maçıyla çıktım sahaya. Kimse bunu beklemiyordu. Ağabeyim soruyor telefonda, 'Kadroya alındın mı?' diye. 'İlk onbirdeyim' deyince çok şaşırdı.

Peki, Ankaraspor'u nasıl değerlendiriyorsun futbol bakımından?

Ankaraspor deyince biraz hafife alıyorlar. Küme düşmez, üst sıralarda da yer almaz diye. Bunu değiştiriyoruz. Şu an bence Ankaraspor, Fenerbahçe ve Galatasaray'ın oynadığı futbolu oynuyor. Defanstan çıkıp eze eze oyunu rakip sahaya yıkmak ve gol atmak. Bunu büyük takımlar oynuyor ve biz de bunu oynar hale geldik.

Kolay yenilmiyorsunuz ve en çok beraberlik alan takımsınız.

Bu stilimize iyi yönden de kötü yönden de bakılabilir. Yenemiyorsan, yenilmeyeceksin. İnsan yenilmemeye alıştığı zaman kazanmaya o kadar yakın oluyor ki. Sahaya "Yenilmeyeceğiz, burası kesin de, biz bu takımı yeneriz' diyerek çıkıyorsun. Hem iyi savunma yapıyoruz hem de atak futbol oynuyoruz. Zaten iki işi bir arada yapan oyuncu iyi oyuncudur. Ama Türkiye'de hâlâ 'Geri gelmesin, önde iş yapsın' anlayışı var.

En iyi orta sahanın sizde olduğunu söylemiştin.

Adem ve Volkan ağabeyler Avrupa'da oynayacak düzeyde. Adem ağabeyi Trabzonspor bize nasıl vermiş bilmiyorum ama çok da iyi olmuş.. Hürriyet Ağabey ve Anıl da çok yetenekli. Takımdaki rekabet de kaliteyi artırıyor.

Aykut Kocaman'ın gençlere yaklaşımı nasıl?

Aykut Hocam Türk futbolunu ilerletmeye çalışıyor. Öncelikle bize futbol oynatmayı öğretiyor. "Şu maçı alalım da haftaya bakarız" değil, futbolumuzu nasıl oturturuz, geliştiririz diye bir anlayışı var. Türk futboluna yeni futbolcular ve yeni bir takım kazandırıyor.

Kamp döneminde ondan korkuyordum. İdmanlarda ikili mücadelede falan tecrübeli ağabeylerden biri bağırsa çok alınırım. Duygusalım, keyfim kaçınca çok kötü oluyorum. Bir kaç idmanda bana değil ama diğer genç futbolculara bağırmalar oldu. Aykut Hocam hemen toplantı düzenledi ve 'Gençlerin kılına zarar gelsin istemem' dedi. İşte o an benim içime soğuk sular serpildi, rahatladım. Aykut Hoca beni kendime kazandırdı, yeteneklerime inanmamı sağladı.

Ankaraspor'da istediğin futbolu ortaya koyabildin mi?

Futbolumun yüzde 30'unu oturttum diyebilirim. Takım arkadaşlarıma ve hocama güven verebildiğim için çok mutluyum. Ama yapacak çok şeyim var daha. Sezonun ilk yarısı ile ikinci yarısı arasında çok fark var performansımda. İkinci yarıya süper başlamayı bekliyordum. Ancak Galatasaray maçını kaybetmemiz ve sonra 4 haftalık periyot iyi değildi. Saha şartları çok kötüydü. Bu beni güvensizliğe itti. Saha şartları kötü olunca benim motivasyonum bozuluyor. Sahada istediklerimi yapamayınca topla kendimi kuvvetsiz hissediyorum. Kuvvetsiz insan ne yapar, agresif olur. Rize maçında yedek kaldım. Moralim bozulmadı değil ama daha da hırslandım ve maça girip bir de gol atınca güvenim dörde katlandı. Sonraki maçlarda da performansım yükseldi ve Gaziantep maçında da gol attım.

Agresiflik deyince, 6 sarı kart gördün bu sezon, fazla değil mi?

Evet, biraz tecrübesizlik aslında. Adam beni geçtikten sonra, bile bile sarı kart gördüm. Benim yüzümden gol yemeyelim diye. Kendine güvenin eksilince böyle oluyor. Çaylaklıktı açıkçası. Tecrübeyle aşılacak bir şey.

Oyun biçimini anlatır mısın biraz?

Küçükken örnek aldığım futbolcular Davids ve Zidane'dı. Davids gibi hırslı ve defansta güçlü, Zidane gibi ön tarafta etkili olmak istiyordum. Hatta Zidane'a öyle kilitlenmiştim ki, idmanda onun gibi oynamaya çalışıyordum. Almanya'daki hocam ikinci idmanda beni uyardı, 'O Zidane, onun gibi olmaya çalışma, kendin gibi ol' diye. Ama örnek aldığım futbolcular onlardı. Kendi futbolumu onlara örnek alarak anlatmak isterim. Defansif yönde takımı rahatlatıp, ofansif yönde de katkı sağlamak istiyorum.

Şu an beğendiğin futbolcu kim?

Kaka. En çok beğendiğim tarafı yeteneklerini şov için değil, takımı için kullanması.

Ligde en çok etkilendiğin maç hangisi oldu?

Fenerbahçe maçı beni çok etkiledi. Bu sezon cezalar yüzünden pek çok maçı seyircisiz oynadık. Fenerbahçe'nin stadındaki maç atmosferi müthiş geldi. Avrupa'da oynanan maçlar gibi bir hava veriyor. Tribünler dolu, saha güzel. Benim için özeldi.

Turkcell Süper Lig'de oynanan futbolu nasıl değerlendiriyorsun?

Ligde kalite çok yükseldi. Rahatlıkla 8 tane iyi oynayan takım sayılabilir. Kayserispor mesela rahatlıkla izlenir. Antalyaspor'u da hiç sıkılmadan izlerim. Halkımız hep dört büyük olsun, devamı arkadan gelir diye bakıyor. Bu anlayış değişiyor ve değişecek. Sonuncu durumdaki takım kadrosunda yıldız futbolcular olmadan, taktik disiplinden kopmadan zirvedeki takımdan puan alabiliyor, Bunun en iyi örneğini Yunanistan Avrupa Şampiyonası'nda gösterdi. Takım oyunuyla şampiyonluğa ulaştı.

İki kere U-20'de, 6 defa da Ümit Milli Takım'da oynadın.

20 yaşaltına iki kere Keçiörengücü'nden gittim. 3. Lig'den gitmek gurur vericiydi. Ümit Milli Takım'da Danimarka maçına ilk 11'de çıktım ve devamı geldi. Sonraki maçlarda da iyi oynadığımı düşünüyorum. Eskiden gazetelerde "Ümitler Azerbaycan'la berabere kaldı" gibi haberler okurdum. Bana dokunuyordu, bu takımlara karşı nasıl böyle sonuçlar alırız diye. O yüzden milli maça büyük bir ciddiyetle çıkıyorum.

A Milli Takım'da ne zaman göreceğiz seni?

Kendime güveniyorum, oynarım diyorum. Ama her şeyin bir zamanı var. Basamakları teker teker çıkmak lazım. Bir gün A Milli Takım'da olacağım. Zamana bırakıyorum.

Futboldaki hedeflerin neler?

Geçen sezon Keçiörengücü'nü şampiyon yapıp Ankaraspor'a dönmek, banko futbolcu olmaktı hedefim ve gerçekleşti. Şimdi de hedefim UEFA Kupası ya da Şampiyonlar Ligi'ne Ankaraspor'la katılmak. Ardından Avrupa Şampiyonası ve Dünya Kupası'nda Milli Takım'ın değişmez futbolcusu olmak. Bir diğer hedefim de Avrupa liglerinde oynamak. İngiltere veya İspanya Ligi'nde oynamak istiyorum.

Türkiye'de oynamak istediğin kulüp var mı?

Türkiye'de genelde futbolcuların üç büyüklere gitme sevdası var. Benim İstanbul aşkım yok. Ama sonuç olarak profesyonel futbolcuyum ve kendimi nerede daha rahat geliştirme olanağı bulursam oraya gitmek isterim.

Trabzonspor senin için hâlâ özel sanırım?

Trabzonspor aşkı küçüklüğümden beri var. Orada oynayıp şampiyonluk yaşamak istiyorum. Almanya'da kahvelere gidip tüm maçlarını seyrederdik. Lemi dayımı izlerdik. Trabzonspor yenilince, 'Görürsünüz, oraya gidip şampiyon yapacağım' diye ağlayarak çıkardım. Tatillerde Akçaabat'a geldiğimizde, en çok sevdiğimiz şey Trabzonspor'un tesislerine gidip oynamaktı. En güzeli de o zamanlar Trabzonspor'da oynayan futbolcuların çoğuyla tanıştım. Ünal Hoca Ümit Milli Takım'da hocam, Tolunay Hoca yine Genç Milli Takımlarda. Onlarla birlikte çalışmak onur veriyor.

Almanya'dan sonra Ankara'ya yerleştin. Alışabildin mi?

Almanya'dan Ankara'ya, Keçiören'e yerleştim. Tabii zorlandım ilk başlarda. Ama zamanla alıştım. Almanya'daki arkadaşlarımı özlüyorum. Ailem gidip geliyor zaten sık sık.

Futbol dışında ilgilendiğin sporlar var mı?

Küçükken hokey, basketbol, voleybol, masa tenisi gibi birçok sporla uğraştım. Çoğunun okul takımındaydım. Eğer futbolda yetenekliysen diğer sporlarda da başarılı olursun. Akıl ve uygulama hepsine ortak yansıyor. Bir futbolcu farklı dallarla da ilgilenmeli.

0 comments

16 Haziran 2009

Yigido



Buyuk ihtimal olasi bir sampiyonluk icin cekilmis ama hedefini sasirmasina ragmen yine de anlamini ve guzelligini koruyan bir belgesel olmus. Ben Ntv Spor'da tekrarina denk geldim, izlemeyenleri de denkmi'de denk getirmek istedim. denkim, denksin, denk..
0 comments

Sağ kanadı parsellemek


Mehmet Topuz transferi Aziz Yıldırım'ı kesmemmiş olacak ki bu sefer başka bir sağ kanat oyuncusu Özer Hurmacı'yı 4,2 Milyon € + 2 oyuncuya takıma kazandırdı. Benim anlamadığım geçen sezon belki de en fazla adam olan yere ( Deivid-Colin Kazım-Gökhan Emreciksin var mı atladığım?) Gökhan Emreciksin'i yollayıp 2 tane daha adam alındı hem de para olarak 13 Milyon € civarı birşey harcayıp. Bu kadar adamdan belliki bazıları oynamayacak ve bu büyük ihtimalle daima Özer Hurmacı olacak.. Sol kanatta Uğur Boral'ın alternatifi yokken sağ kanada bu kadar adam almak pek akıllı bir iş olmadığından bu konuya girmeyeceğim bile...

Tek merakım Özer Hurmacı'nın ne düşündüğü.. Türkiye'deki 3 büyüklerden birinde oynamak hayalin olabilir ama unutmamak gerekir ki hayalin oynamak takımda bulunmak değil.. Bu gidişle bu sağ kanat bolluğu içinde Rapstar Colin'le birlikte son iki tercihi oluşturacaksınız. Bunu görmek için çok zeki olmayada gerek yok, kendini bitirmek için çok güzel bir tercih yaptı bence Özer...

Ben onun yerinde olsam ne yapardım? Basit... Ya Beşiktaş'a giderdim (istiyolarsa) ya da kesinlikle oynayacağımı bildiğim klübümde 1 sene daha oynayıp kendimi daha da geliştirirdim... Şu zamanlar kesinlikle oynayamayacağım 2 takım olan Galatasaray'a ve Fenerbahçe'ye kesinlikle gitmezdim. Beşiktaş'ta kesin ilk 11'de oynardı bu adam hem de Şampiyonlar Ligi'nde..
2 comments

Servet giderken


Galatasaray Servet Çetin'i 8 milyon € gibi yüksek bir ücrete O. Marseille klübüne sattı. Geldiği günden beri takım tutmadığını, en büyük hayalinin Avrupa'da oynamak olduğunu belirten Servet sonunda hayallerine erişti.

Geldiği gün yaptığım yorumu hatırlıyorum bu herifler çok salak bu herifin bu takımda ne işi var demiştim. Geçen sezon (2007-08) başlangıcında da bu düşüncemi yanlış çıkarmayacak tek maçını çıkardı (4. hafta Vestel Manisaspor- Galatasaray) ve 2 puan kaybetmemizde başrol oynadı. Ondan sonra ne mi oldu? Servet tüm taraftarların gözünde inanılmaz hızlı bir yükselişe geçti. Oynadığı futbol, gösterdiği özveri, bitmeyen hırsı ve tükenmeyen enerjisiyle taraftarı büyülemeye başladı. Tükürdüğümü yalamaktan hiç hoşlanmayan ben Servet konusunda bu işlemi büyük bir zevkle yaptım. Gözümdeki değeri kat be kat arttı. Beyaz formamın arkasına tereddütsüz 76 Servet yazdırdım, arasıra neden böyle yaptım diye düşünsem de hakketti be Son sezon fazla oynayamadı sakatlıklarından dolayı zaten defansta Servet'in ve bence Emre Güngör'ün eksikliğini fazlasıyla hissettik. Defansta Ayıboğan Türkü Baba olsaydı bu kadar saçma sapan gol yermezdik herhalde..

Hayallerinin peşinden gidip bu gerçekleştiren Türkü Baba yolun açık olsun!!!

Son olarak Ali Sami Yen tribünlerinden topla çalımlarla(!) ileri çıkan Servet için geliyor: "Servet... Servet.... Servet... Servet..." Özleyecem lan böyle bağırmayı, artık Şampiyonlar Ligi'nde seni görüp evde bağıracaz artık ...

8 Milyon € sağlam para bu arada...
4 comments

Kodo-man

Sevgili denkmi okurlari bu yazimda sizlerle Pardaillan'la yasadigimiz buyulu bir gecenin detaylarini paylasmak istiyorum. Buyulu muzik yolculugumuz Pardi'yle Taksim'de bulusmamizla basladi. Bilen bilir sevgili Pardi'ye ait yillardir bilisim sektorunde kendine hakli bir isim yapan GE Bilisim'in merkezi Taksim civarindadir. Mutfaktan yetisen bir patron olan Pardi'yi kah Istiklal'de bir dondurmayi yalarken, kah Starbucks'ta double espressosunu yudumlarken, buyuk bir ihtimallede Lipsos'ta rakisina buz koyarken gorebilirsiniz. Sans bu ya ben kendisini tramvay raylarinda buldum. Birbirini cok iyi taniyan her dost gibi kisa ama yasanmislik kokan bir selamlasmadan sonra Pardi'nin BMW'sine atlayip Nisantasi yollarina dustuk.

Arabamizi Itu'nun kampusune birakirken Itu'nun rektoruyle karsilasinca ister istemez ayakustu bir sohbete koyulduk. Rektoru arkamizda birakirken ayaklarimiz bizi farkinda olmadan Reasurans pasajina dogru suruklemeye baslamisti bile. Gonullerden Dilek Manti geciyordu ama sanssizlik bu ki her semt yerin 3 kat altinda mantici acmaya musait degildi iste. :( Pardi"nin Assk mi, Kirinti mi yoksa Midpoint mi sorusuna ne zamandir ugrayamadigim icin Midpoint cevabini vererek konser oncesi wine&dine mekanimizi da secmis olduk. Midpoint deyim yerindeyse am kayniyordu. Havadaki buram buram am kokusu, leziz yemek kokularina karisiyor, bense bu muazzam birlesimi bozmamak icin ne sigara yakmaya ne de osurmaya kiyamiyordum. Pardi kendine somonlu fettucini soylerken bende kendime rokforlu bonfile soyledim. Is enfes yemeklerimize eslik etmesi icin sarap secmeye gelince iki eski degustatorun tatli atismalari, garsonu hayretler icersinde birakti. Ne kendimizi nede garsonu daha fazla yormamak adina Kayra'nin vintage serisinden bir sise cabernet sauvignon soyledik.

Yemekler gelene kadar 3 sigara icip 32 kere osurdum. Yemegimize meze yaptigimiz keyifli sohbetimiz esnasinda yan masadan gelen "pardon atesiniz var mi" sorusunu cevaplamak icin kafamizi cevirince o zamana kadar nasil olupta farketmedigimize sastigimiz erik gibi iki tane hanimefendiyle burun buruna geldik. Hemen kivrak zekami kullanarak soruyu "atesim yok ama sendeki ates gibi ami sondurecek buz gibi yarraam var" diye cevaplayinca ne oldugunu anlayamadan bu iki hanimefendiyle koyu bir sohbete koyulmustuk bile. Sarabimiz kadehlere yenik dustukce isimleri Itir ile Kitir olan bagyanlarda bizim kiskirtici cazibemize dayanamayip yavas yavas soyunmaya basladilar. Iclerini iyice ates basan ikili, sadece ayaklarindaki coraplarla kalmislardi ki bir anda biraz daha oyalanirsak konsere gec kalacagimizi farkettik. Bu arada bende kisisel olarak saatimin tam olarak 29 dakika geri oldugunu farkettim ve boylece niye her yere gec kaldigim sorusunun cevabini da bulmus oldum. Itir ve Kitir'la daha sonra bulusup sohbetimize kaldigimiz yerden kutur kutur devam etmek icin aceleyle telefon numaralarimizi degis tokus ettik. Ben adettendir diye Spartacus'un numarisini verdim. Sans bu ya masadan kalkarken devredaslarimizdan Duba hanimla karsilastik. Lakabinin hakkini veren Duba'yi ve kendisinden daha da duba olan arkadasini (samandira) gormezden gelerek mekandan ayrildik. Daha yuruyeli 30 saniye bile olmamisti ama sevgili Pardi Itir'a 30'a yakin mesaj yollamisti bile. Morallerimiz tam, keyiflerimiz full bir sekilde konser alanina dogru ucar bir sekilde gittik. Bu arada soran herkese Cemal Resit Rey dememe ragmen konserin Acikhava'da olmasi geceyi renklendiren detaylardan sadece bir tanesiydi.

Sevgili Pardi, hayrani oldugu davul toplulugu Kodo icin 3 ay oncesinden davullarin ustunde iki yer ayirtmisti. Sakinilan goze cop batar misali yerlerimize gecene kadar Pardi benim sayabildigim kadariyla en az 7 kere dusme tehlikesi atlatti. Sag salim davullara yerlestigimizde ise konser oncesi iki muzik sever olarak bu davullara kac kisi sigar diye kendi aramizda tartismaya baslamistik bile. Bir yandan tartisip, bir yandanda bizden de arkada olan protokolde tanidik kimler var diye bakinirken, yanimiza eski dost Sakir geldi. Hangi Sakir diye sordugunuzu duyar gibiyim. Pardicigim bu soruya kendi kendine Haci Sakir diye cevap versede, dirsek dirsege oturdugumuz kisi Sakir Eczacibasi'ydi. Bize pek yuz vermeyince, aklimdan suratina osurmak, sandalyesine su sisesi koymak gibi bilumum aktivite gecsede her hareketimize acikhavadaki herkesin sahit olacagi gercegi beni biraz olsun frenledi. Ilk davul ritimleri kulaklarimizdan kalbimize ulasana kadar pismaniye goruntusunu bozmayan Sakir'in, artan tempoyla beraber tam bir halay canavarina donmesiyle ne kadar sasirdigimi tahmin edebilirsiniz herhalde. Muzigin temposuna kendimizi kaptirmis sekilde bir saga bir sola giderken, Sakir'in ikinci yari yorulup bastonuna dayanarak uyuyacagini bilemezdik tabi. Bilseydik hic girismezdik cunku hep soylerim oynamaya dayanamayan halaya kalkmasin kardesim.

Neyse konserle ve Kodo grubuyla ilgili haddim olmadigi icin pek fazla sey soylemek istemiyorum ama Pardi'nin konser sonundaki "vay anasinin amina koyim" tepkisi, gosterinin guzelligi hakkinda eminim size bir fikir vericektir. Konser bitiminde arkamizdaki 300.000 kisinin cuk kadar cikistan cikmasini beklerken, Sakir amca "seni cok sevdim evlat, benimle Hindistan'dan ipek getirmek istersen bir alo de yeter" diye bana kartini verdi. Bende kendisine karsilik olarak kart vermek istedim ama maalesef kartim olmadigi icin ancak pasomu verebildim. Icindede en az 12 tl vardi, hadi yine iyisin balli Sakir.

Efendim? Ne dediniz, gecenin sonrasi mi?
Onu da artik Itir ile Kitir'a sorarsiniz ;P
2 comments